4 Aralık 2012 Salı

Nefes Alamayınca Camı Açma!!!

Nefes alamayınca camı açma, bırak boğulsun ciğerlerin göğüs kafesinde...

Üzerine üzerine gelen her şeyi bir kalemde silip devam edebilmek gibisi var mı? Her şey, insanda başlayıp insanda bitiyor. Güzel başladığın bir günün, sadece ve sadece başka biri istemiyor diye berbat olmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki???

Nefes alamayınca camı açma, bırak boğulsun ciğerlerin içinde... Dibe vurmadan zıplayamazsın. Bugün de bugünden öncesinde de hep o camı açıp “Bir parça hava lütfen...” diye yalvardığındandır halen nefes alamayışın...

Vakti zamanında da durup daralıp sonuna kadar gelseydin nefessiz kalmanın, camı açmazdın. Sonuna dayandığında, sorunlarına küçük çözümler üretmezdin.

Nefes alamadığında ama gerçekten alamadığında camı açmazsın… Kapıyı, duvarı ne varsa yıkar, oradan çıkarsın!!!

3 Eylül 2012 Pazartesi

Ben De Kendimden Soğudum Bak Şimdi!!! Ama Bir De Bana Sorun Be Kuzucuklar!!!

(Anılan olayların gerçek kişi ve olaylarla ilgisi vardır. Ama son iki yıldaki 8-9 hikayeden ortaya karışık yapıldığı için birazcık abartılmış ve de birazcık saptırılmış olabilir.)

Allah, herkese benim gibi kız arkadaşlar versin. Ne zaman iki kelime bi adamdan bahsedecek olsam, ağız birliği yapmış gibi “Şekerim sen de hep olmıycak adamlara niyetleniyorsun. Ah bi çevrene baksan, etrafın eli yüzü düzgün, efendi adam dolu! Meselaaa…” deyip uzun bir listeden saymaya başlıyorlar. Bıktım, yıldım!!! En sonunda, baskılara boyun eğdim ve “Ya bismillahhhh!!!” diye başladım listenin başından. Aylara sari olarak, kah kızların arkadaşlarından, kah benim tanışlardan, en yüksek puan alanlarla ara ara buluşmaya başladım…

Her buluşma sonrası, KBDT (Kızlar Büyük Değerlendirme Toplantısı – Bkz. Elektiriğe İman Ettim yazısı) yapılıyor; hepsinde de ben, bizim baroneslerden azar üstüne azar yiyorum. Neymiş??? Armudun sapı, üzümün çöpü yapmamalıymışım.. Laf cambazlığı yapıp masadaki muhabbeti ebelemeceye çevirmemeliymişim.. Oyun oynarken, hırs yapıp kafasına kafasına vurmamalıymışım.. Az yemeliymişim, az içmeliymişim.. Az bilmeliymişim.. Biliyorsam bile bildiğimi belli etmemeliymişim… mişim.. şim.. im.. mmm…

Ay ben ne dominant, ne ukala biriymişim yaaaa!!! Ben de soğudum neticede kendimden!!!

Ama bu noktada benim de diyeceklerim var… El insaffff!!!

Bi kere, beni yemeğe davet eden adamın diyet yapması kadar itici bir şey yok. Hemen de açıklamayı patlatıyor: “Bugün spor yapamadım da.. Spor yapmadığım akşamlar sadece salata yiyorum..” Bak bak bak bak!!! Alt mesajı alıyorum hemen.. Ne diyor yani??? “Her akşam spor yaparım, diri vücudumu da spora borçluyum!!!” Ha ben salağım çünkü, iki şişirilmiş kasa bakacak kızlardanım yani.. Hesap lütfen!!!!!

Bazıları, başka bir tür. Kahve içmeye davet edip de “Müsadenle bi kadeh bişey içebilir miyim?”in ardından, galon galon alkol tüketip – ki ben karşısında son 3 saattir sadece kahve içiyorum – sapıtanını da gördüm. Bi kere, ilk buluşmada, niye seninle oturup içki içeyim ki??? Zaten bi süre sonra muhabbet öyle yerlere geliyor ki… “Bacımsın” diyecek diye kalbim küt küt atıyor… Hesap lütfen!!!

Bi de muhabbet arasında laf sırası kapmaya çalıştıklarım var ki… Adam bi başlıyor kendini anlatmaya, dur durak hak getire.. Sanki, 4 yıldır inzivaya çekilmiş de hayat hakkındaki tüm görüşlerini, askerlik anılarını, ablasının 2 yaşındaki kızının ilk diş bulgurunu anlatmak için o geceyi beklemiş.. Hayır, arada bi nefes alsa, dalıcam ben de konunun bir yerinden ama ağzı ishal olmuş garibimin. Anlatıyor da anlatıyor… Bu gibi durumlarda en güzeli, ilk 2 saatin sonunda, sağ elimi nazikçe havaya kaldırıyorum ve en otoriter sesimle “Hesap lütfen!!!”

Eziklere gelince, aman onlar evlerden ırak… Başlarsın muhabbete... Ne bileyim.. “Ben Tokyo’dayken..” dersin.. Hemen “Ay ne güzel ben hiç görmedim Tokyo’yu”.. “Benim Opel’in de şanzıman sorunu vardı” dersin, hemen “Ay benim hiç Opel’im olmadı”. Laf arası “İngilizcem iyi ama Fransızcam bayaa zayıf” dersin, bizimkisi yine boynunu büker “Ne harika, benim İngilizcem bile çok kötü”. Arkadaşım! Sen hayatında garsondan hesap da istememişsindir. Hadi bakalım, görelim nasıl istiyorsun şu bizim hesabı J
  
Ez cümle… Denk gelenleri ben sevemedim, benim seveceklerim de bana denk gelmedi. Yoksa valla benim bi suçum yok kızlar yaaaa J
Kim kaldı bi bakiiim listenin diplerinde???

27 Haziran 2012 Çarşamba

İlk Yarı Bitti… Durum: 0 – 0


Evet, sayın seyirciler… İlk yarı sona erdi… Durum 0 – 0… Oldukça heyecanlı bir ilk yarıydı… İlk devrede, her iki taraf da elinden geleni yaptı… Maçın ilk başlarındaki durağanlık, yerini kıran kırana bir mücadeleye bıraktı… Her iki tarafın da güçlü ataklarıyla renklendi ilk devre… İlk yarı boyunca sarı kartlar havada uçuştu adeta… Tek bir kırmızı kartla biten ilk devrede, yer yer zeminden kaynaklanan sakatlanmalar yaşandı… İkinci yarı daha da hareketli geçecekmiş gibi görünüyor… Tribünler den yükselen tezahüratlar da sahanın ateşini körüklüyor zaten… Heyecanla bekliyoruz ikinci devreyi…
  
35 yaşıma girdiğim bu günlerde ilk yarıyı devirmenin garip duyguları içerisindeyim. 35’inde bir kadın olarak, adım adım 40’a yaklaştığıma mı yanayım, yoksa bunca debdebeden sonra 35’ini görebildiğim için şükür mü edeyim bilemiyorum…

İştahsız bir çocuk gibiyim, o kesin!!! Tabağımdaki 35 yaş yemeğini değil yiyesim, tadına bakasım bile yok… Ama maalesef “Yemiceeeemmm işteeee…” diye ağlamak için ağzımı açtığımda, ilk kaşığı ağzıma tıktılar bile!!!


Bi kere 25’imde neysem, 35’imde de değişen hiçbir şey yok!!!

O zaman da rejim yapıyordum.. Hâla kalori hesabındayım.. Ve halen tüm rejimlerim, bira-patatesi görünce buhar olup uçuyor L


25’imde de yalnız yaşıyordum… Şimdi de…

Şimdi de iki kız bir araya gelince, önce oğlanların dedikodusunu yapıyorum.. Sonra bi kızı çekiştiriyorum… Ve yıllardır her muhabbet, “Amaaaann şekerim bize ne!!!” şeklinde sonlanıyor… (Bize neydi de sabahtan beri ne anlatıyosun dedikoducu!!!)

Her hafta sonu, eller havaya modundaydım 25’imdeyken… “Gençsin.. İçin kaynıyor.. Ondandır…” derlerdi o zaman.. Şimdi hafta içi akşamlarda da bir gerdan kırasım var…

Halen gözaltı torbalarım yok… Cildim buruşmamış… Üniversitedeki kotuma halen sığabiliyorum… Halen bazı erkek arkadaşlarımın en yakın dert ortağıyım… vs.. vs.. vs..

Tamam, itiraf etmem gereken şeyler de var. Ofiste “Blue Jean diye bi dergi vardı hatırlar mısınız?” diye sorulduğunda, hatırlıyorum… Hatırlıyorum da salak gibi ortaya atlamıyorum “Ayyy eveeeettt…” diye.

Uzun lafın kısası, ben kendimi öyle 35’lik bi hatun gibi hissetmiyorum. O his nasıl bir his onu da bilmiyorum ama hissetmiyorum işte!!!

Madem 35 kaçınılmaz, zevk almaya bakmak lazım… Ben ikinci yarıdan çok umutluyum çooooookkkk J J J

18 Nisan 2012 Çarşamba

Birisine de “Hayır” de be kadın!!!!

(Hahahaaaa!! Bakın bu başlık günde en az 100 hit alır nette!!! Amaaaa sandığınız gibi değil J)

Sıkıcı kış günlerinin ardından, kış uykusundan uyanan her ayıcık gibi bende de bir bahar havası sormayın gitsin. Ha bu ayıcık, tüm kışı da uyanık geçirdi, ama olsun... Doğa uyanıyor ya!! Ben daha bi uyanmalıyım… Herkeslerden daha uyanık olmalıyım!!!

Günler uzamış… Kar lastikleri, gerisin geri evin deposundaki yerini almış… Sabahları gözünün içine içine vuran bir güneşle uyanmak falan derkeeeennn… Herkese gelen bahar, bana da geldi. Bir enerji deposuyum ki sormayın gitsin. İçime kaçan zıp zıp mı var desem??? Zembereği boşalmış saat gibi dolanıp duruyorum ortalıkta…

Sabahları, her zamankinden daha bi erken uyanıyorum. Hoppala yataktan zıpla!!! Geçir sabahlığı üzerine… Doğru mutfağa... Geçerken radyonun tuşuna basss... Bu aralar Türkçe Pop takılıyorum. Sabahın kör şafağında, üzerimde pembe sabahlık, eller havaya… Serdar Ortaç mı desem? Hande Yener mi desem? Bir elde kahve, bir elde günün ilk sigarası… Hele bir de radyonun biri, bi güzellik yapıp da 90’lardan bişiler çalarsa, benim salon, gündüz matinesi J Kıvırrrr… kıvırrrrrrr…

Tabii, o kahveyle o sigaranın parasını ödeyebilmek için işe de gitmek lazım. Bozuluyor muyum?? Asla!!! Evden çıkıp işe gitmek için motivasyonum, araba kullanıp müzik dinlemek. Uzun yol şöforü olsam keşke J

Ofisten içeri girince, oraya bi “Günaydın” buraya bi “Hooppp n’aberr??”… Geçen gün sordu biri bana “Sen niye bu kadar neşelisin her gün?” diye… “Battı mı?” demişim… Onun, neşesi söndü tüm gün bu cevaptan sonra J

Eşşşşek gibi, o toplantı senin, bu iş yemeği benim… Şanslıysam, öğlen eski dostlardan biriyle kaynatıp dön ofise.. Geçir semeri sırtına, başla tırnaklamaya önündeki bilgisayarı… Hooooppp amanın da paydos saati… Oh amaaannn!!! Havada kararmamış daha…

Ama işte o anda bi boşluk hissi: N’apsam… N’apsammm??

Çalan telefondaki tanıdık bir sesse, değmeyin şirinliğime… Akşama benle bir aktivite yapsın diye bir şen kahkahalar, bir eğlenceli cilveler… Neden??? Eve giresim yok arkadaşımmm…

-          Katakulli Perisi, çıkışta bi kahve mi içsek?
-          Aaa!! Kahve miiii… Ayyy süper fikir, çok iyi olur!!! (İç sesim: Bugün içtiğin 8. kahve bu. Selülitlerinle koyun koyuna yatarsınız artık…)

Hemmmen kır direksiyonu sözleşilen mekana…

Kahvenin dibini görmeden bi telefon daha:

-          Katakulli, napıyosun?
-          Bir arkadaşımla kahve içiyorum. Hayırdır?
-          Ay ne biliyim 1 haftadır evden çıkmadım.
-          (İç ses: Yuhhhh!!! 1 hafta mı? Öl baaariii!!)
-          Buluşsak mı diycektim ama sen şimdi arkadaşınlasın.
-          Yok yok… Zaten kalkıcaz yarım saate. Nereye geliyim?
-          Zıbıtık Bar’da mı buluşsak?
-          (İç ses: Geçen hafta 3 akşam ordaydım.. Pöfffff!!) Tabi tabiiii… Çok iyi olur, ne zamandır gitmedim ben de!!!
-          (Garsona dön) Hesap lütfeeennn!!!

Hafta sekiz, gün dokuz, aynı senaryo…

Amanın da Perşembe’den bir afakanlar, bir daralmalar: Hafta sonu n’apsam… N’apsamm??

-          Cuma akşamı evde rakı mı içsek Katakulli?
-          Olur!
-          Cumartesi sabah koşmaya gidelim mi?
-          Olur!
-          Cumartesi öğlen çocukları parka götürücem Katakulli.
-          Ay dur ben de geleyim de yuvarlanayım parkta biraz!
-          Cumartesi akşam konsere mi gitsek Katakulli?
-          Olur!
-          Pazar sabahı brunch??
-          Olma mı??? En güzeli olur!
-          Pazar öğlen Tunalı’da işim var, Katakulli.
-          Dur ben de geleyim, ordan da iki bişey içeriz.
-          Katakulli, Pazar akşam şöyle değişik bi şey mi yapsak ki?
-          Olur!!! (İç ses: Değişik bi şey mi? O da ne ki???)

İçiniz daraldı, di mi? Daralmasın!!! Bu zat-ı şahane, bundan 1-2 ay önce, evindeki misafir uyurken, gece gece kotunu geçirip üstüne, başkalarıyla buluşmaya gitti.
Bunu da yaptım mı??? Yaptım vallaaa J
  
Neyse… En azından, anormal olduğumun bilincindeyim hala… Daha şuursuz günler kapıdadır belki de… Kim bilir L

29 Mart 2012 Perşembe

Dünyanın En Güzel Kelimesi: Mamihlapinatapai

Dünyanın en “az ama öz” kelimesi nedir? Ya da “çevirisi en zor” kelimesi hangisidir?
Geçenlerde öğrendim. Guinness Rekorlar Kitabı’na göre bu kelime “mamihlapinatapai”ymiş. “İki tarafın da istediği, ancak içten içe karşı tarafın başlatmasını istediği bir olayda iki tarafın paylaştığı bakış” demekmiş… Yagan dilinde varmış bu kelime. Güney Amerika dolaylarından…

Ay ben bunu çok sevdim!!!

Hani aşkın belli belirsiz olduğu bir anda olur ya… Oğlan da kız da öööle bir tutuktur… Biri birine diyemez iki kelime… Oğlanın aklından “Ulan, alt tarafı gel bi kaavee içelim diyecem diyemiyorum iki saattir” geçerken, hanım kızımızın da içten içe “Allaaamm, n’olur sanki şuracıkta bi kaave içelim dese” diye hayıflandığı anda, birbirlerine bakışıp kaldıkları ve “dıkandıkları” an… Cesaretin, yoklayıp yoklayıp gittiği bir an… Hayaller ile malak gibi ortada kalmanın sınırındaki bakış yani J

Ya düşünüyorum da nasıl önemli bir kelimeymiş bu!!! Kim bilir kaç ölümsüz aşk, bu mamihlapinatapai’ye denk gelmiş ama anlayamamışların kurbanı olmuş ve başlayamadan bitmiştir…

Not: Uzuuuunn zamandır yazmadığımın farkındayım. İthamlara şiddetle karşı çıkarım!!! Kesinlikle maymun iştahlı değilim!!! Üretkenliğimin bittiğini düşünenlerin üstüne höykürerek kusmak istiyorum!!! Sadece biraz meşguldüm ve ancak toparlıyorum. Tüm “geri döönnn!!!” mesajları için çok teşekkür ederim J

20 Şubat 2012 Pazartesi

Cesurum ve Bununla Gurur Duyuyorum…

30 küsur yaşındayım… Hayatımı “Tam da düzenine oturttum.” dediğim bir zamanda, bundan yıllar önce, her şeyim alt üst oldu. Aşk, para, sağlık… Hepsi yerle yeksan oldu bir anda… Işıldayan sırça köşküm tuzla buz... Bir insanın hayallerinin yıkılması çok zordur… Ama en zoru, gerçeklerinin yıkılmasıdır… Bunu çok acı şekillerde tecrübe ettim…

Ama hayat, hiçççç bırakmadı beni J Kapanan yollarıma hep yan kapılar açtı… Tam da “Bitti” dediğim her noktada, yeni başlangıçlar olduğunu gösterdi bana…

Ben de hayatın, üzerimdeki emeğini hiççç boşa çıkarmadım… En başıboş anlarımda, hiç bırakmadım ipleri… Ve her seferinde de cesur ve radikal kararlar aldım… Ardıma bile bakmadan… Vazgeçebildiğim sürece, hep daha iyileri sunuldu…

Ve cesaretle bitirdiğim her şeyin ardından, yine cesaretle bir yenisine başladım. Aldığım her cesur karar, beni daha huzurlu kılmadı belki… Ama hep daha “mutlu” oldum… Hiçbir şey elde edemesem de “yapabildiğim” ve “yapmaya cesaret edebildiğim” her şey için kendimle gurur duydum…

Mutluyum, cesurum ve bununla gurur duyuyorum… J


18 Ocak 2012 Çarşamba

Biraz Daha Kar Yağarsa Turşu Kurucam

Bıktım artık insanların Facebook’ta, Twitter’da paylaştıkları kar resimlerinden!!! Ne var?? Bizim burada da yağıyor. Öbek öbek hem de…

Yaklaşık bir 10 gündür, yurdun doğu ve iç kesimlerinde kar yağışı görülüyor. Ama nedir??? Kar dediğin, edebiyle yağar.. Ondan sonra bi güneş çıkar.. Hoooppp.. Hepsi erir.. Ortalık çamur deryasına döner.. Kuru temizlemecilere ve oto yıkamacılara gün doğar.. Falan filan…

Ama yok!!! Yağdı, yağdı, yağdı… Erimedi kör olasıca… Tam da benim yıllık iznime denk geldi…

İlk başlarda, pek bi sevindim… Ohhh!!! Elimde kahve kupası, sabahları servis bekleyenlere Aliye Rona kahkahaları atarak baktım penceremden. Battaniyemi çektim üzerime, DVD’lerin biri geldi, biri gitti. Öğleden sonraları, elimde kitabım, o koltuktan bu çekyata fırlattım kendimi…


Ben ördüm :)
Sonra içimdeki domestik-umutsuz kadın canlanmaya başladı. 3 tane arkadaşıma atkı ördüm. Hem de tarzlı, modelli… 2. atkıyı örerken, örgünün yanı boş gitmedi, kalktım bi çay demledim. Sonra çayın yanı da boş gitmedi, kalktım kısır yaptım kendime. Annemin tarifinden baka baka… Bi özendim bi bezendim sormayın J

Ertesi sabah uyandım. Camdan baktım, etraf yine bembeyaz. Atkıları geceden bitirmişim zaten. Dizdim onları öyle yan yana… Amanın da nasıl güzel örmüşüm… Sonra??? Sonra bir level daha atladım. Kalktım, üşenmedim, 40 tane muffin yaptım. Ama nasıl bir hamaratlık içindeyim. Tek tek üstlerini süslüyorum falan. Kendi kendime konuşuyorum mutfakta: “Dur biraz da tarçın ekleyeyim içine… Ama kimselere vermeyeyim bu gizli (!) tarifi.. En güzeli benimkisi olsun. Soranlara “Sevgimi kattım” der geçerim…”


Ben pişirdim :)

Tabii mutfakta, kapla kacakla haşır neşir oldukça, elim bulaşıktan çıkmıyor. Yarısı çıkmış ojeler, hiç de estetik gözükmedi gözüme. Ojeleri de çıkardım. Makyaj desen, hak getire!!!
Saçlara bi maşa toka… Kapıcının yolunu gözlüyorum, 2 kilo un ile 6 yumurta siparişi vereyim diye J


Canım, akşam her zaman takıldığım bara gitmek istedi. Aldım elime telefonu, düşünüyorum… “X’i arasam gelmez.. Y’yi arasam da evden çıkmaz bu soğukta.. Z desen Allahın unuttuğu yerde oturuyor hayatta dışarı çıkamaz…” Dur, “Ben en iyisi kendime bar ortamı yaratıyım” dedim ve girdim mutfağa… Acılı tavuk kanatları yaptım, bi de yanına bira açtım… İyi de şekercim, muhabbete adam yok… Tabii ki ben kendimi kanatları lüpletirken az biraz daha oyalamış oldum, hepsi bu!!!

Sonra gözüm aynaya takıldı. Amanınnn!!! Bu ne hal. Koş!! Koş!! Basküle bi çıktım: 1,5 kilo almışım… Hayırlı uğurlu olsunnnn L Oturayım da kendime 2 kazak, 1 pantolon öreyim hemen. Bu kar kalkmazsa zaten Şubat sonuna giyebileceğim kıyafetim kalmayacak L

Ama gel gör ki içimdeki domestik, zincirlerini kırdı bi kere!!! Sabah kalktım yine aynı his. Uyuşturucu bağımlısı gibi mutfak dolaplarını karıştırıyorum: “Ne pişirsem? Ne pişirsem?” Allah benim cezamı vermesin!!!!!!! 15 gün önce ayağımda sivri topuklar, lacileri çekmişim, iş görüşmeleri yapıyor, ajandalar ayarlıyordum. Şimdi ne yapıyorum peki? Güveçte mantarlı-tavuk pişiricem diye dolabın dibine eğilmişim, iki büklümüm ve muskat arıyorum. 2 dal fesleğen için ruhumu şeytana satmaya hazırım!!!!

O sırada, dışarıda kartopu oynayan çocukların kahkahalarını duydum. İçimden, beremi, eldivenimi takıp aralarına karışmak geldi. Bu havada, yapılabilecek tek atraksiyon kartopu oynamak!!! Ama inicem aşağıya koşa koşa üstlerine doğru gidicem… Sonra zıpçıktı veledin biri “Teyze yaaaa… Sen oynama bizimle…” diycek. Ağzını burnunu karla doldurucam bana “teyze” dediği için… Annesi gelicek, “Hanım! Hanım! Ayıp değil mi?” diycek. Sonra kadını ortasına koyup, üzerine 52 beden kardan adam inşa edicem. Sonrası karakol… mahkeme… vs.. vs…

Umarım dönülmez akşamın ufkunda değilimdir; ama, ben bunun bir adım sonrasını biliyorum: Derya Baykal’ı seyretmeye başlıycam. Hatta en kötüsü Seda Sayan’a telefonla bağlanıp tüp bebek istiyorum diye ağlıycam… Ühüüü ühüüüü L

Hemen kendimi sükunete davet edeyim: “Sakin ol Katakulli Perisi!!! Geçicek. Bi kere dışarı çıksan geçicek!!! Atlatırsın sen bunu…2 tekila atsan, ondan sonrası kolay… Hadi hop eller havaya… Az sabır… Bahara şurda ne kaldı!!!”

4 Ocak 2012 Çarşamba

O Çiçekler Kime Geldiyse Ayağında Nasır Çıksın İnşallah

Evden geç çıkmışım yine. Tüm şehrin, benim gittiğim yere doğru gitmeye ant içtiği bir sabah. Yüzlerce dört teker, aynı yöne akın akın direksiyon sallıyoruz. Ama sabah neşem yerinde... Radyom açık… Sigaram tütmekte... Direksiyonda, kendi kafamda klip çekiyorum. Adele çalıyor, klibinde de ben oynuyorum. Araba kullanan ve böğüre böğüre şarkı söyleyen ofis girl tadındayım. İç uyumum hat safhada... Kendimle barışığım...  Kendime olan güvenim, paçalarımdan akıyor J
Park yerine giriyorum. Afillisinden bir yer buluyorum… Evet, bugün de evren bana torpil yapıyor. Allahım, şimdi arabadan inip, saçlarımı savura savura binadan içeri giricem. Herkeslere kocaman kocaman “günaydın”lar fırlatıcam. Herkes, yaşam enerjimden feyz alacak.. lacak.. acak.. cak.. ak..k..
Binanın kapısından girince, gözüm o kocaman bukete takılıyor. Güvenlik personeli, gelen çiçeğin üzerindeki karta bakmaya çalışıyor. Kartı okudu… Yüzüne yapışan muzip gülümsemeden, bunun, pek de işle ilgili bir nezaket çiçeği olmadığını anladım. Anlamaz olaydım!!!
Benim omuzlar çöktü… Suratım düştü… Kaşlar Küçük Emrah kıvamına doğru hızla aşağıya iniyor… Meraklı falan değilimdir. Kime geldiyse geldi o çiçek… Ama aklımı oynatıcam!!! Kalbim falan kırıldı nerdeyse yaaa… L
Ama bi yandan da anlayamıyorum iç sesimin ne demek istediğini. Ben ki yıllardır hiiiççç hazzetmem öyle çiçekten böcekten... Hele hele, elinde çiçekle sağda solda gördüğüm adamlar, benim için geyik malzemesidir. Ama hırs doldum bak şimdi! Konu, çiçeğin kime geldiği değil… Bana gelmediği…
En son, çok sevdiğim bir büyüğüme çiçek almak için çiçekçiye girdiğimde, yaşlı çiçekçi amca, bir dal çiçek de benim elime tutuşturdu. Hatta “Zaten sizin gibi bir hanıma çok çiçek hediye geliyordur ama bu da naçizane benden olsun” dediydi… Çiçekten çok, adamın iltifatı beni mest etti. Ama o kadar işte!!!

 
Aslına bakarsak, durup durup abuk subuk ameliyatlar olduğumdan, 6-8 ayda bir evim seraya döner. O yüzden de çiçek, hep hastane odalarını, acıyan dikişlerimi, içmem gereken ilaçları, sancılı pansumanları hatırlatır bana. Geçenlerde kapım çaldı, baktım, çiçekçi bir çocuk... Aklıma hiç de öyle gizli bir hayran falan gelmedi. Kafamda uyanan ilk cümleler, “Amanınnn!!! Yine mi hastalanmışım??? Narkozu basmışlar da ben mi hatırlamıyorum.” oldu. Bir iki saniyede, yanlış daireye geldiği anlaşılan çiçekçinin ardından kapıyı kapatırken de hiç öyle hayal kırıklığım falan yoktu.
Ama o çiçek kime geldi acaba? O kişi, bu çiçeği hak edecek ne yaptı acaba? Kim gönderdi acaba? Acaba? Acaba? Acaba? Acaba? Acaba? Yahu Katakulli Perisi, sa-na neeee!!!! Hem sana salakça gelmez miydi böyle naylon romantizmler!!! Ama yok!!!!
Şimdi sivri topuklarımla o kızın ofisine girmek, önce o buketi kafasına geçirmek istiyorum. Sonra da “Allah belanı versin senin gerizekalı!!! Günümü mahvettin...” diye ağzını burnunu kırıp, elimdeki anahtarlıkla çorabını kaçırmak istiyorum (benim en büyük fobim kaçan çoraptır)... Ve bütün bunların benim gibi hanımefendi bir hatunun aklından geçtiğine de inanamıyorum… Yuh olsun bana… Yemin ederim, şirret çıktım!!!
Tamam… Kontrolü tekrar ele alıyorum arkadaşlar… Ben romantik değilim… Ben romantik değilim… Ben romantik değilim (böyle içimden tekrar edince daha bi sakinledim sanki)… Çok kıskandıysam şimdi kendime internetten isimsiz bir çiçek gönderebilirim; sonra da koridorlarda gerine gerine dolaşabilirim… (ki zaten kıskanmadım da)… Ben kıskanç değilim… Ben kıskanç değilim… Ben kıskanç değilim… Ayrıca o çiçeği gönderen ve alan tarafların oluşturduğu çifte ömürrrrrr boyu mutluluklar dilerim… (bak bunu hakketen gönülden diledim şimdi galiba)… Allah bi vazoda kocatsın inşallah efendim…
Not: Bu yazıyı okuyan, tanıdık tanımadık kişiler, lütfen çiçek göndermeyiniz. Bana kendimi iyicene zavallı hissettirmeyiniz. (Bu konuda çok ciddiyim!!!)

3 Ocak 2012 Salı

Ey 2012…Top Sende!!!

Cep telefonum susmak bilmedi. Kimilerinden saygı dolu mesajlar: “2012 yılı zatıâlinize mutluluklar bahşetsin.” Kimileri yakın dostlar: “2012 sana önce sağlık versin. Ondan sonra da bol paralı, karizmatik bir sevgili...” Ofiste gelen giden yılbaşı tebrik kartları havalarda uçuşuyor. Özetle herkes 2012’den çok şey bekliyor. Amanın da yeni yılda başımızdan aşağı para yağsın… Öyle sağlıklı olalım, öyle sağlıklı olalım ki ilaç sektörü çöksün, doktorlar aç kalsın… Huzur içinde kalalım inşallah… Beni üzen, sürüm sürüm sürünsün; çok üzerse ölsün… Ziv ziv ziv…. J
Benim ilk lafım 2011’e…
Ey 2011! İyi ki vardın, iyi ki geldin. Az sıkıntı çekmedim. Ama netice itibariyle, bi bakıyorum ki, güzel geçmişsin yahu… 100’den fazla yeni arkadaşım olmuş. Dünya üzerinde bir sürü yeni şehir görmüşüm. Galon galon içki içmişim, kazan kazan yemek yemişim… Paralar kazanmışım, paralar harcamışım… Hayatımda daha önce hiç yapmadığım şeyleri yapmışım… Bence hiiiççç de fena değil bilanço… Aferin sana 2011!!! Sana hakkım helal olsun… Sağlıcakla git J
Gelelim 2012’yeeeee…
Valla ne diyim… Hayatımda ilk defa, sonunu görüp görmeyeceğimiz meçhul bir yıla giriyoruz. Malumunuz Maya takvimi zırvaları... Her ne kadar inanmıyorum falan desem de içimdeki o domestik, kara cahil ses başlıyor fısıldamaya: “Ya doğruysa!!! Evlerden ırak… Ya hakkaten kıyamet kopacaksa…(tık tık tık – tahtalara vurma sesi eşliğinde).”
Bu durumda iki tip marjinal tavır bekliyorum: Birincisi, yarın ölecek gibi kendini dine, tasavvufa verip “Allah Allah” diyecek olanlar… İkincisi de hiç ölmeyecek gibi dünya nimetlerinin dibine vuracak olan “Yallah Yallah”cılar… Sanırım ben ve benim gibiler de son güne kadar hiçbir şey olmayacak gibi davranacak. Ve gerçekten o son gün, 2012 yılının sonunda gerçekleşirse, en son feryadımız “Tühhh yaaa.. Keşke şunu da yapsaydım” olacak J
Neyse şekerler… Boşverin bunları. Nasıl olsa bir gün hepimiz ölücezzz. Hem kıyamete tanıklık edersek, bizden önce dünya üzerinde yaşamış 70 milyar insandan bi farkımız olacak. Sezon finali, bilete dahil!!! Süppperrrr kampanya J
Bunun dışında, geleneksel olarak 2012’den isteklerime gelinceeee… Ben tüm kartlarımı “sağlık” için oynuyorum. Alâeddin’in Cini’nden, Noel Baba’dan ve diğer tüm hazretlerden tek dilek hakkım varsa, “kendim ve sevdiklerim için sağlık” diliyorum… Sevgili yeni yıl, sen bana sağlığımı ver; ben gerisini hallederim J
Onun dışında ben spesifik hiçbir şey dilemiyorum. 2012’den beklenti yapmayayım ki her şey sürpriz olsun J
Yeni yılda, hiç katakulliye düşmemeniz dileklerimle iyi seneler…