24 Kasım 2011 Perşembe

Siyah, Deri, Topuklu Bir Ayakkabı İstiyorum

Alışveriş merkezlerini sevemedim gitti. Otoparkına girerken afakanlar basmaya başlıyor daha. Zaten alışveriş hastası da değilim. Hatta bazen bendeki özellikleri şöyle alt alta yazınca “Keşke erkek olsaydım, süpppper bi herif olurmuşum.” diyorum. Alışveriş sevmem… Romantizm yerine karnımı tuta tuta gülmeyi tercih ederim... Sabahlara kadar bira içerek bilgisayar oynayabilirim. (Dur bu maskülen narsizmimi başlı başına başka bir yazıda irdeleyeyim J)

Neyse efendim... Dediğim gibi, alışveriş yapmayı sevmiyorum. Ne market rafları arasında gezmeyi severim, ne de AVM podyumlarında cat-walk’dan hazzederim. Ama gel gör, 2 ay önce fark ettim ki, işe giyecek siyah bir topuklu ayakkabım yok!!!
Bu arada, bu derece alışveriş düşmanı birinin, dolaplar – hatta kilerler – dolusu ayakkabısı nasıl olabiliyor, o da ayrı bir muamma… Milletin bulgur-buğday koyduğu raflarda bile benim ayakkabı kutularım var. Gri üzeri lacivert yılan derisi kaplı yüksek topuklu… Turuncu babetler… Çorap çizmeler… Yaklaşık 20 çift, alçağından yükseğine, taşlısından güllüsüne parmak arası terlik… Bordonun birkaç tonunda çift çift ayakkabılar… vs.. vs.. vs… Ama ne yok?? Düz, siyah, deri, topuklu bir iş ayakkabım yok!!!
Yaklaşık 2 aydır her türlü zorlukla mücadele ettim. Evden çıkarken anti-depresanlarımı yutup AVM, AVM de gezdim… Alooooo!!!! Külkedisi’nin cam ayakkabısını aramıyorum. Ama bulamadım.
O çooookk bilindik markalara giriyorum. Hemen yanıma boyu kısa, gömleği dar satış görevlisi (tezgahtar deyince bozuluyolar) adamcık yaklaşıyor:
“Hoş geldiniz? Nası bişi bakmıştınız?”
“Siyah, deri, topuklu bir ayakkabı istiyorum.”
“Hmmmm…”
Ne hmmmm!!!! Arkadaşım!!! Saks mavisi üzerine, pembe puantiyeli çizmeler istemiyorum. Basit bir iş ayakkabısı istiyorum. Bildiğin, döpiyesin altına giyileninden… Ne hmmmm’lıyosun anlamıyorum ki???
“Hamfendi, bu sezon pek çalışmadık o modellerden.”
Eeee, tabi siz de haklısınız. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca o kadar çalıştınız ki aynı modelden, sıkıldınız tabii… Keşke, o ilk çalıştıklarınız deforme olmadan 10 yıl dayansa da ben de her sene bu siyah iş ayakkabısı derdine düşmesem… Di mi ama??
İlk mağazadan sonra hemen AVM’nin kapısına çık, yak bi sigara, başla duaya… “Allahım, sen büyüksün… Beni, ağzını yaya yaya konuşan, dar gömlekli bu topalak heriflerden koru. Ya da vazgeçtim; onları benim gazabımdan koru. Yoksa bu topalaklar, ben her siyah ayakkabı sorduğumda bu kadar şaşıracaklarsa, ben raftaki en sivri topuğu birinin anlının şakına geçireceğim bilmiş olasın. Haaa, bir de tüm kreasyonu kendi dizayn etmişler edasıyla, senin seçiminin ne kadddaarr banal, ne kadddarr sıradan bir seçim olduğunu ima ederek “Artık bizınıs dünyası için o kadar klasik tercihler pek yok” cümlesini sarf etti ya birisi… Yarabbim, beni, bir çift siyah ayakkabı için cennetten mahrum bırakma.. Aminnn”
Bir başka mağaza… Bir başka serüven…
“Merhabaaaaaaa, yardımcı olabilir miyim?”
“Siyah, deri, topuklu bir ayakkabı istiyorum.”
“Klasiklerden pek yok ama… Şu modeli bi denemek ister misiniz?”
Kesinlikle isteyebileceğim bir model değil ama bari iki dakika şu koltuğa oturayım da soluklanayım diye ilişiyorum koltuğa.
“Kaç numara giyiyoruz?”
Kılım bu “biz”li cümle kuranlara. Valla sizi bilemiycem ama ben 38 giyiyorum demek istiyorum… ama… demiyorum L
“38 lütfen”
“Aaaa, 38 kalmadı”
“Neden kalmadı, yeni sezon değil mi bu model?”
Bu arada dikkatini çekerim… Ben başta bu modeli hiç beğenmedim. Ama şimdi numarası falan yok ya... Birden kıymete biniyor. İçimdeki gerizekalı kadın için için fısıldıyor: “O ayakkabıyı istiyorum!!!”
“Evet, ama malum, yeni nesil 40 numara civarı giyiyor. Genelde 38 ve altı daha az üretiliyor artık…”
Bi dakka, bi dakka, bi dakkaaaa!!! Yeni nesil, iş ayakkabısı giyecek yaşa ve kıvama geldi mi???... Hem ben ne zaman eski nesil oldum yaaaa!!!
Ayakkabı amacıyla girip, ruhen yaşlandığım bu AVM’lerden hep mi elim boş döneceğim ben L
Bu hafta sonu, son bir taarruz da bulunup, Allahın unuttuğu bi yerdeki outlet bir AVM’ye gideceğim. Eğer orda da bulamazsam, Cinderella olarak üvey annemin yanına gidip yerleri silmeye, ahırı temizlemeye başlayacağım. Eeee… Elinde 38 numara, siyah, deri, topuklu bir ayakkabı ile bir prensin gelip beni bulması, daha olası gibi görünüyor galiba…

21 Kasım 2011 Pazartesi

Yazacak Çok Şeyim Vardı Ama Yazamaz Oldum

Kasvetinden sual olunmaz kış günleri geldi...
Herkeste bi depresyon, bi bunalım L
Bir iki taze aşığı da saymazsak, gülümseyen pek birileri kalmadı etrafta…
Yazacak konular birikiyor beynimde. Yarım yarım başlıyorum, yazıyorum. Dört beş satırda bırakır oldum her bir başlığı. Hepsine de bir kulp buldum bırakmak için. “Yok bu çok depresif olmuş”… “Yok bunu yazarsam arkadaşımın özelini ifşa etmiş olurum”... “Yok kıl!”… “Yok tüy!”...
Benim yazasım yok galiba! Benim konuşasım yok bu ara… Edilgen zamanlardayım. Ben parmağımı bile oynatmayayım, dünya hoplasın etrafımda...
Ben… bi süreliğine… bişey yapmak… is-te-mi-yo-rummmm!!!


2 Kasım 2011 Çarşamba

Elektriğe İman Ettim

İki IQ’su düşük şahıs – dişi ya da erkek fark etmez – aşkı meşki sorgularken, birinin ağzından mutlaka çıkıverir: “Ayyy ne biliyim yaaa.. Elektrik alamıyorum…” İfrit olurum bu deyişe!!! Ne biliyim… Saçma salak gelir, öyle ağzını yaya yaya “Elenktrink alamıyoomm” denmesi.
Hani, ne denir bunun yerine deseniz? Uyumlu değiliz… Yapılarımız farklı… Hatta bir Belgin Doruk repliği olarak “Zira ayrı dünyaların insanlarıyız, kuzum…” bile daha bi güzel gibi… gibi… gibi..ydi… gibiydi!!!
Ama bugünlerde görüyorum ki, uyumlu da olunsa; yapılar da benzeşse; eğitimler, kariyerler hatta zevkler de kesişse, elenktrink alamıyosan a-la-mı-yo-sunnnn J
Şimdi bir çift düşünelim; ilk kez bi yere yemeğe gidiliyor. Adam, ilk 5 dakikada gömleğine yemek döküyor (ki herkesin başına gelebilir). Ertesi gün, kızlar arası büyük değerlendirme toplantısında, iki türlü anlatılabilir bu basit olay.
OLAY 1 – SAHNE 1:
Eğer hanım kızımız bu adamdan hoşlanıyorsa;
“Ay yaaa.. Çok tatlıydı, bir görsen… Böyle eli ayağına dolaştı birden. Tam bana bişey anlatıyordu, ben de o anda gülümsedim… Gözü bana takıldı. Birden yemeğin sosunu üstüne döktü. Ay bi panik oldu, sorma… Bir yandan yanakları kızardı, bir yandan aceleyle ıslak mendile sarıldı… Nasıl şirin, nasıl şirin, anlatamam şeker!!!”
AYNI OLAY – SAHNE 2:
Yok, eğer elektrik akımı gerçekleşmemişse, aynı olay mutlaka (!) şöyle cereyan etmiştir J
“Ay geri zekâlı mıdır nedir… Daha kaşığı ağzına götürmekten aciz. Daha dakka bir, gol bir… Pat diye üstüne başına yemek döktü. İyice gerildi sonra. Bir eliyle mendili gömleğe sürtüyo, bi yandan salak salak garsondan medet umuyor. Garson ne yapsın sana??? Lekeyi de iyice sıvadı, batırdı senin anlıycağın… Aman bırak yaaa ne görüşücem bi daha!!!”
İşte inandım ve iman ettim artık. Var bu elektrik denen şey. 5-10 amper bişeyler uçuşmuyorsa havada, sebepsiz-sualsiz tiksinebiliyorsun karşındakinden. Ya da durduk yerde armudun birine kör kütük bağlanmak da var. Adına "elektrik" de, "çekim" de... Ne dersen de... Önemli olan ne kadar benzediğin değil; onun sende uyandırdığı duygu...

Ay bak bilemedim ki şimdi?? Nasıl dua etmeli? Allahım elektrikler sarsın dört bir yanımı desem, herhangi bir orangutanla dest-i izdivaç da olabilir... Ya da sana en benzeyenle aranızda elektrik olmazsa, evde bir orangutan besliyorsun hissi de oluşabilir... Ey Kozmoz, medet!!!