23 Ekim 2018 Salı

Küçük Tombiş Kızın Büyük Çilesi


Yaz bitti… Kışa dönerken mevsim, herkeste sporu bırakma ve diyetten uzaklaşma halleri hasıl oldu. Nasıl olsa kışın bol kazaklar, kalın bluzlar vs. derken, geçen bahar başlanan diyetler de yerini bol kalorili menülere bırakmaya başladı. Ohhh canıma com com… Pek de güzel oldu… Ben zaten hayatım boyunca hiçbir zaman şöyle manken gibi bir kız olmadım… Olamadım… Küçük tombiş kızken de olayın pek farkında değildim doğrusu…

Bebeklikten çocukluğa geçiş zamanlarımda, dombalak yanaklarımla, millete sevimli gelirdim. Üstümü başımı kendim giyinmeyi öğrendiğim 4-5 yaşlarımda, en sevmediğim şey, külotlu çorabımı giymekti. Zaten o yıllarda "lycra" henüz keşfedilmediğinden, el örgüsü kazak tadında bir "esnemezlik" vardı çoraplarda. Ekmek gibi göbeğim vardı zaten. Allahım!!! O gobit gobit ayaklarıma doğru eğilmek, dolma dolma parmaklarımla çorabı giymeye çalışmak.. Yok!!! Mümkün değil... Göbeğimi içime çekmeyi o yaşlarda keşfettim zaten… İyi de şekerler! O zaman da benim akciğerlerim olsa olsa 100, bilemedin 200 gr kadar. Tutamıyorum bile nefesimi doğru dürüst... Bakardı annem, sosis bacaklı bebişi halının üzerinde yuvarlana yuvarlana külotlu çorapla amansız boğuşmalarda… "Dur dur geldim" diyerek gelir ve tombiş kızını zıplata zıplata giydirirdi o çorapları...


eating girl ile ilgili görsel sonucu
Okula başladığımda ise o kadar gurur duyuyordum ki iştahlı olmamla. Ben, hayatımda hiç yemek ayırt etmedim. Taştan yumuşak her şey, benim için nasıl lezzetli, nasıl da güzeldi... Şu kadarını söyleyeyim ki, annemin arkadaşlarının çocukları iştahsızdı ve bazı akşamlar, sırf onların çocuklarının yanında iştahla yemek yiyeyim diye, beni bizimkilerden ödünç aldıklarını bilirim… Plan şu: Akşam yemeğinde onların evinde olucam; ben iştahla yemek yerken, belki o çocuklar da benim gazıma gelir de iki lokma yerler... Arkadaş! Hadi diyelim, plan tuttu. A be teyzelerim amcalarım, kaç gece sizin evde yemek yiyebilirim ki ben? Hepi topu 7-8 yaşındayım. Hadi diyelim ki, 2 gece alıkoydunuz beni… Sonra n'apacaksınız? Anamı özlerim, babamı ararım… O çiroz çocuklarınıza pekmez içirin, çocukları geceden tereyağına yatırın falan... Ne bileyim yani... Tutmadı zaten bu planlar. Halen görüşüyorum o arkadaşlarımla… Maşallah hepsi de manken gibiler. L


Böyle güzzeeeelllll ve lezzetli bir hayatı olan çocuğun, “şişman” olmanın kafaya takılacak bir şey olduğunu keşfetmesi, tabii ki ergenlik çağına denk geldi... Ama öyle sandığınız gibi, bir gün aynanın karşısına geçip de kendini beğenmeme hali falan değil benimkisi. Nasıl olsun ki? Tüm çocukluğum boyunca kendim gidip üstüme başıma bir şey seçmemişim ki... Annemle babam ne aldılarsa, onu giymişim. Zaten dombalakça olduğumdan, onlar da bana beli lastikli etekler, pantolonlar aldıklarından, bana hiçbir şey ömrüm boyunca dar gelmemiş ki... Zaten çok yaşayasıca anneciğim, her şeyi 2 beden büyük alıyor. Onun da suçu yok ki...  80'li yılların mottosu "Büyük al, seneye de giysin" olunca, bizimkisi coşuyor da coşuyor... Bir mavi montum vardı ki sormayın. Eskiden adına “anorak” denen o ucube şey, o kadar ama o kadar büyüktü ki, 11 yaşımda alınmasına rağmen, 32 yaşımda denedim hala büyüktü J Halen ailecek hatırladıkça güleriz. Ben pek gülmüyorum ama olsun…

İşte bu yüzden, ben, öyle üzerimdeki kıyafete bakarak kendimi çirkin falan hissetmedim hiç. Bildiğiniz kendimi aşırı güzel buluyordum hatta… Taaaaaa kiiiii…

Bir gün okuldayım. Öğretmen, sırayla tahtaya kaldırıyor ve kitaptan bir bölüm okumamızı istiyordu. Sıra bana geldi. Kalktım; sınıfın önüne çıktım ve kitabımı elime alıp okumaya başladım. Sayfanın üst kısımlarında, haber spikeri gibi akıcı okuyorum. Sayfanın ortalarına gelince, satırları tam görememeye başladım. Çünkü tombul yanaklarım, o satırlarla gözlerimin arasına giriyordu. Yani nasıl anlatsam??? Şimdi başınızı dik tutun ve hiç eğmeden, gözlerinizi yere doğru indirerek, aşağıdaki şeyleri – mesela ayaklarınızı – görmeye çalışın. Yanaklarınız tombiş tombişse, ayaklarınızı değil, yanaklarınızın bombesini görürsünüz. Aynen ben de yanaklarımla baş başa kaldım sınıfın ortasında!!! Okumaya devam etmeye çalışıyorum ama ne mümkün… Baktım, gözlerimden yaşlar süzülüyor. Bıraktım okumayı; ağlayarak çıktım sınıftan. Öğretmen de arkadaşlar da anlamadı ne olup bittiğini... Tabii ki onlara hiçbir açıklama yapmadan eve gittim. Anneme, salyalar sümükler içinde, ağlayarak anlattım durumu. Durum dediğimde şu "Yanaklarımdan yazıları göremedim!!!". Hala anneme “Şişmanım ben!” demiyorum, çünkü bende "şişmanlık" kavramı yok ki!


Annecağızım, iyi bir eğitmen olduğu için, ergen kızının psikolojisini de göz önüne alarak; başladı bana durumu açıklamaya:
   - Canım benim, şimdi sen yaşına göre, biraz fazla gelişkin bir kızsın.
   - Öyle miyim?????
  - Biraz... Aslında kilolu olmak o kadar da umutsuz bir durum değil. Hafif hafif rejim yapmaya (o zamanlar biz diyete rejim diyorduk tüm ülkecek) başlasan, biraz zayıflarsın.
   - O zaman yazıları görebilecek miyim?
   - Tabii görürsün güzel kızım (anne yüreği işte hala güzel kızım diyor J)
   - Tamam, o zaman! Hemen başlayalım!!!

O kadar umut doldum ki, “28 yaşına kadar sana sudan başka her şey yasak” deseler, kabul edeceğim. 2 saat geçti. O akşam yemekte, ekmeği önümden aldıklarında, aklım gitti sandım!!! Daha ben suyuna banacaktım yemeğin beee! Tabii, rejime başlamaya karar vereli sadece 2 saat olduğu için, annem rejimime uygun bir menü de sunamadı. Revani var yemekte. “Sana yok!” dediler… Evin içinde bileklerimi kesmek için döne döne jilet arıyorum. Hayata küstüm; erkenden yattım o gece...

İşte böyle…

İlk denememde, asabiyet ve trajedi dolu günler geçirsem de o kilolar verildi ve ben de aynaya bakmanın ne olduğunu öğrenmiş oldum… Aynı kıyafet, her bedende farklı durabiliyormuş mesela… İşte o gün aldım diyetin tadını… Ondan sonra defalarca diyet yaptım… Hepsinde de “tam sonuç” aldım; alır almaz da diyeti bırakıp hızla eski halime geri döndüm...