5 Ağustos 2011 Cuma

“Kıskanç” Mısın Yoksa “Gıcık” Mı?

Ah şekerim, hepimiz insanız neticede. Kıskanç mıyım??? Evet. Hem de kıskançlığın bin bir türünde kıskancım.

Komşunun Tavuğuna Hayran Olmak Kıskançlık Olmayabilir

Ne kadar da çok kaz var komşularımızda yahu!!! Hepsi de benim tavuğumdan daha güzel. Yanlış anlamayın aman ha… Kıskançlıktan farklı bi konsept bu. Kıskanmak meselesinde 2. bir şahıs vardır. Ayırt etmek için hemen konuyu çizerek anlatayım J

Kız neden mutsuz? O pabuçlar Ayşe’nin ayağında olduğu için mi? Yoksa o pabuçlar kendinde olmadığı için mi? Ayşe’nin de pabuçları olmasa mutsuz kız mutlu olucak mı? Eğer cevap ikincisi ise işte bu “kıskançlık”tır!!

7-8 yaşlarımdayım. Ennnnn yakın arkadaşımın doğum günü. Annelerimiz de arkadaş olunca, o gece evlerinde verilecek partiye de yatılı olarak katılma iznimi almışım. Almış mıyım????? Yok canım, nerden alıcam. Ben 70’lerin çocuğuyum. Yok öyle gece yatısına arkadaşına gitmek falan. Arkadaşımın annesi, anneme diller dökmüş, yeminler vermiş. X Teyze’nin önüne bir sözleşme metni koymadığı eksik annemin.

Neyse efendim. Ben o zamanlar bir evin bir kızı. Nam-ı diğer prenses!!! Giyindim, süslendim falan derken partideyim. Evde hiç tanımadığım bir sürü çocuk daha. Bir süsleme, bir hareket anlatamam. İlk nite-out’um da denebilir aslında. Ama bi dakika! O ana kadar her türlü olayın merkezinde olmuş bir peri, bir partide ve herkes başka biri için orada. Arkadaşım, doğum günü çocuğu. Bana orada dank etti birden: İlgi odağı ben değilim!!!

Gece ilerledi. İyicene tepeme kan çıkmaya başladı. Kat kat pasta geldi, mumları üflerken bana “Gel sen de üfle, bi dilek tut” diyen yok. Hediyeler verilmeye başladı. Allı pullu paketlerin biri gidiyor, biri geliyor. Hayır, benim hediyem ennn güzeli, ennn şıkı. Ama o kadar daraldım ki, vermiycem hediyeyi nerdeyse. Ama annem canımı okur eve gidince J

Tabii ki bir katakulli geldi aklıma hemen (taa bacak kadarken girdi benim hayatıma katakulli J). Birden arkadaşımın annesinin yanına gittim ve kadıncağızın kollarına kendimi bırakıverdim. Gözlerimi de yumdum. Nefes bile almıyorum. Hesapta bayıldım yani. Birden çığlığı kopardı canım X Teyze J Bir yandan etrafındakilerden kolonya istiyor, bir yandan da “Allahım emanet çocuk! Ben naparım bayıldıysa” falan diye çırpınıyor. İşte o an parti durdu! Dünya durdu! Yarabbi ne kadar mutluyum!!!!

3-5 saniye sonra, daha fazla havayı içinde tutamadı o küçücük ciğerlerim. Saldım nefesi.. Bi de kahkaha koyverdim J Akabinde de popoma terliği yedim tabii. Ama olsundu… Kıskanmıştım ve de bir köşeye geçip somurtmamıştım. İstediğimi almıştım J

Yani o ayakkabılar Ayşe’nin ayağında olduğu için mutsuz olmuştum ve 5 saniyeliğine de olsa o pabuçları ben giymiştim!


Üçüncü Kişi Sendromu

Hakikaten psikolojide böyle bir sendrom var mı bilemem ama bende var. Bir yerde üç kişi olmayı pek sevmiyorum. Dört olabilir, beş olabilir ama üç olmasa daha iyi.

Düşünsene 3 arkadaş bara gitmişsiniz, eller havaya hoppaaaa… Ennnn sevdiğin şarkı çalıyor. Artık ortamın da gazıyla bağıra çağıra, detonenin ennnn şahanesinden şarkıyı söylüyorsunuz. Neden bilmem bu eller havaya ortamlarında, karşınızdakinin gözlerinin içine baka baka böğürmek kaçınılmazdır; kendimden biliyorumJ İşte o anda olabilecek en kötü şey, diğer iki arkadaşın gözlerinin, senden önce birbirleriyle buluşmuş olmasıdır. Öyle bir elin havada kalakalırsın. Yok şeker, o an, yandaki bistroya doğru dönsen olmaz. Elin abazasına yok pahasına davet çıkarmanın anlamı yok şimdi. Sahneye doğru bir yan dönüşşşş… Yok! Aynı tadı vermiyor. Hoopp hadi bi daha dene yanındakileri. Bir anlık gaflette bulunup sana baksalar, ele geçireceksin göz kontağını ama… Değer mi bunca strese!!! Gitti caaanım şarkı işte.

3 kişinin olduğu yerde kıskançlık kaçınılmazdır. İleri seviye kıskançlık, gıcıklığa yol açar, bilesiniz J

Aşk Meşk Kıskançlıkları

Ben modern aşkların kadınıyım. Ama konu kıskançlığa gelince ağzını burnunu kırmak gelir içimden, o ayrı J

“Seven kıskanır” derler. Doğrudur. Erimi erkeğimi kıskanırım. Öyle herkeslerle gezsin, tatillere çıksın, akşam içsin içsin eve gelsin… Yok, bana uymaz. Hani, biz ergenliğe yeni girdiğimiz zamanlarda, annelerin herhangi bir şeye izin vermemesinin baş gerekçesi vardı: Ben sana güveniyorum da etrafa güvenmiyorum… Ben hem sana hem etrafa güvenmiyorum, kardeşim. Ne güvenicem yaaaaa!!!!........................... Diyorum diyorum da ben bunu hep içimden söylerim yıllardır.

Salon kadını çizgimden kaymıycam diye de hiiiççç belli etmem kıskandığımı. Ay, sen yıllarca üniversitelerde oku, o kadar post-modern ol ki feminizmi bile reddet. Ondan sonra da geç karşısına herifin “Kimdi o arayan?” diye sor. Cıkkkk!! Yakışmaz. Hem kendine güvensizliğin dik alası olur bu! Ben kendi kendini tüketenlerdenim.

Bir kerecik o telefonu elime alıp mesajlara bakmışlığım olmamıştır, kimden gelmiş, ne demiş diye. Bir kere, akıllı erkek bu haltı yiyecekse, zaten kılıfını da hazırlar. İtina ile silinmiştir çoktaaaan o aşna-fişne mesajları. İkincisi, dır dırla başının etini yersen adamın, bi numarası yoksa bile senden illallah gelip başka limanlara göz atmaya başlayacaktır. Hiiiçç gerek yok eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmeye J Sal gitsin!!!

Ama şimdi siz söyleyin… Yıllarca göbeğini sala sala oraya buraya eşofmanla giden adam, markete giderken bile Calvin Klein gömleğini giyip, Hermes parfümü ile kendini yıkıyorsa kıskanırım arkadaşım. Kimden mi? Kendinden tabii ki!!! Neden şimdi? Ne gerek var ki yaa? Kendine bakmak, mutluluğun işaretidir. O kadar mutluysa bi sebebi olmalı. Hayır, marketteki kasiyer kızla aralarında bişey varsa bilemem ama… Ben bir şey yapmadıysam, durduk yere mutlu olması şüphe sebebidir. Benim sebep olmadığım her ne mutlu ettiyse onu, o bilmediğim sebebi kıskanırım işte! Hem o kadar da yakışıklı görünmesine gerek yok ki şimdi. Bu gibi durumlarda, en güzeli “Yaaa bu gömlek seni şişman gösterdi galiba” gibisinden şirin ve doğal (!) tepkiler vermektir. Bu arada “el çabukluğu marifet” cinsinden birkaç hızlı tavırla, o şık gömleği çıkarıp mümkünse pembe ve üzerinde Hawaii desenleri olan gömleği üzerine geçirivermek gerek. Anında kıyafet konusunu kapatıp “yoğurt, yumurta eksik” gibisinden bi muhabbetle onu kapı önüne itivermek de zamanla kazanılan bir maharet olabilir.

Peki, Ya Kıskanılmak?

İşte kıskanılmak, dünyanın ennnn güzel şeylerinden biri bence. Her anlamda hem de. En güzel pabuçlar bende olsun. İlgi odağı ben olayım. Bende olan, kimsede olmasın. Kimsenin yapamadığı çılgınlıkları ben yapayım. Ohhhhh.. Biliyorum çok egoistçe geliyor böyle açık açık söyleyince; ama bi düşün bakalım, sen de içten içe böyle düşünmüyor musun aslında kimi zaman?

Partnerim de kıskansın beni. İçi içini yesin. Deli olsun, aşkımdan ve de kıskançlığından divaneye dönsün… Ama bi dakika! Engellemeye falan kalkmasın beni. Şekerim hangi devirde yaşıyoruz. Hem o yemek yediğim adam, benim çok yakın arkadaşım. Bi art niyeti olsa ben anlarımJ Akşamları kızlarla iki nite-out da yapamayacaksam, öleyim bari!!!

Gıcık Olma da

Kıskanmak da kıskanılmak da güzel şey. Önemli olan, kıskançlık sonucu çekilmez olmaktan kaçınmak. İçin içini yesin ama belli etme. Ne arkadaşına, ne sevgiline, ne de bir başkasına… Kıskanmak pasif bir olgudur. Aktif hale dönüşünce gıcık olursun ve “gıcık”lık kıskanılmayan bi şeydir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder