18 Ağustos 2011 Perşembe

Araf En Kötüsüdür… Kimse Bilmez...

Genel olarak nasıl birisiniz bilemem. Ama ben mutlu biriyimdir. Şakıyarak dolaşmaktan zevk alırım etrafta. Öyle çiçekler, böcekler falan bana fazla kızsal gelir ama sabah sabah ona buna laf atmaya bayılırım. Severim “morning-person” olmayan insanları dürtmeyi… Huzursuzlara huzur dağıtmak değil benim derdim. Huzursuz olduklarını idrak etsinler yeter J

Çevremdeki mutsuz insanları da öyle kabullenirim. Onları anladığım anlamına gelmez bu! Öyle kabul ederim işte.

Ama mutsuzların bilmediği bir şey var ki mutsuz olmaktan daha kötüsü, “araf”ta olmaktır. Ne mutlu ne de mutsuz olmaktır… Arada kalmaktır. O kadar hissetmezsin ki etrafı, olan biteni, akıp giden hayatı. Neler olduğunun farkındasındır ama nasıl olduklarını hissetmezsin. İçinde gram acı duymamaktır arafta olmak. Ruhen bitkisel hayat gibi bişey işte.

Mutsuz olmanın da mutlu olmanın da bir sebebi vardır. Arafın sebebi yoktur. Sebepsizlikten arafta kalır insan. Sabah uyanmak için bir sebebinin olmaması, içten içe hiçbir sabaha uyanmamaktır.

İnsan ilk anda anlayamaz arafta olduğunu. Optimistler kendini mutlu sanır, pesimistler de mutsuz… Araf, amacının olmaması demek değildir. Amacının olup da ona ulaşmanın anlamsız olması olabilir mesela.


Günlük rutin işlerini, birer işlem maddesi gibi teker teker tamamlarsın arafta. Ama ne karşına çıkan bir aksilik canını sıkar, ne de herhangi birinin sana yardım etmesi seni gülümsetir. Beklediğin birinin seni aramaması bile sinir yapmaz. Aramamışsa aramamıştır. Gözünün içi parıldamadan gülümsemendir araf. Ex-aşkını başkası ile sarmaş dolaş gördüğünde içinin hiç de burkulmamasıdır.

Sana verileni, sorgusuz sualsiz kabul etmendir araf. “Etken” değil de “edilgen” olmanın sana koymamasıdır. Herhangi bir sebeple “edilgen”den “etken” hale dönüştüğünde bile bunun sana haz vermemesidir.

Pis bişeydir arafta olmak. Mutsuz olmak bile daha iyidir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder