Geçenlerde can arkadaşım anlattı. Çok küçükken yazdığı günlüğünü bulmuş. Küçük dediysem aklı eriyor… Eriyor ki günlük, günlük değil aşk romanı vesselamJ Onun ağzından anlatayım olayı:

Bunu anlatan arkadaşım, akşam ofisten evine geldi… Mutfağa girdi, sebzeli et sote pişirdi (Çünkü diyet programına göre gece gündüz et yiyo J)… Kahvesini aldı, salona geçti, “Muhteşem Yüzyıl”ı seyrediyor… Aşk acısı mı? Çekiyor… Hem de bazı günler deli gibi L
Ben bu hikayeyi duyduğumdan beri düşünüyorum… Ne güzel günlerdi onlar diye. Ne aşk acısı, ne dünya gailesi… Ekmek elden su gölden… “Seviyom ben onu” deyi deyiverilen zamanlardaki şuur nasıl bir şuurdu yaaa… Ne güzeldi… Pamukşeker pembesi bir sabaha uyanmayalı ne kadar uzun zaman oldu?
Tamam!!! Zaten 30’lu yaşların dayanılmaz ağırlığı ile yanıp tutuşuyorum. Döndürün benim akıl yaşımı 12’lere. Her gün sabah ilk gördüğüm adama aşık olayım (iyi de o zaman yaşadı bizim kapıcı J J) Tüm gün salak salak, mutlu mutlu gezeyim. Akşam yazayım günlüğüme “Amanın da Sevgili Günlük… Bugün onu gördüm. Ne de güzel yakışmış pantolonu. Yanıma geldi “Günaydın!” dedi. Sanırım o da benden hoşlanıyooo…Allahım n’olur evlenelim.. n’oluuuur.. n’oooolluurrr!!!” diye…
Haa.. Tabii o şuursuzluk zamanlarında olduğu gibi ben, ofis koridorlarında yakalamaca oynayarak, onun üstüne su boca ederek aşkımı gösterirken; o da benim saçımı çeksin J Hatta kovalamacada beni öyle bi ittirsin ki, yüksek topuklularla yere kapaklanayım… Ağzım burnum şarampole yuvarlansın ki doruklarda bir aşk olsun bizimkisi J
Ama ertesi gün sabah gülümseyerek uyanayım ve neşeli günlükler yazayım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder